Annesinden 43 yıl ayrı kalan bayrak şairi

Annesinden 43 yıl ayrı kalan bayrak şairi

Bir toplum şâirlerini tanımıyorsa aslında kendisini tanımıyordur. O şâirler ki; şiirlerinde kendi dertlerini değil, toplumun derlerini dile getiriler. Bazen bir kelime bile onların yüreklerinde kor olur. Öyle zamanlar olur ki; bir kelimeyi yerleştirmek yılları alabilir. Bir kelime için yıllarca yanıp kavrulan şair, halkı için yanar aslında. Sadece bunun için bile şairleri tanımamız boynumuzun borcudur.

         Yüz yıllardır şâirler kervan kervan geldiler ve geçtiler. Gerçek şairler arkada hep bir hoş sadâ bıraktılar öyle gittiler. Kimi şairlerin yazdığı bazı şiirler şâirin isminin önüne geçmiştir. Şiirinin adı söylendiğinde hemen şâirin adı hatırlanır. Kimilerine milli şâir, kimilerine vatan şâiri, kimilerine peygamber şâiri, kimilerine de bayrak şâiri denildi. Şâirlerin bu kimlikleri bir bakıma onları ölümsüz kıldı. Şiirleriyle ölümsüzlüğü hak edenlerden biri  de şüphesiz bayrak şâiri Ârif Nihat ASYA’dır.5 Ocak’ta doğup, 5 Ocak tarihinde necip milletimize Bayrak şiirini hediye eden Ârif Nihat ASYA bize yine bir 5 Ocak günü veda edecektir. O zaman Arif Nihat ASYA kimdir?

Şâir Arif Nihat ASYA, doğum yerini bir şirinde şöyle anlatır.
“Nerelisin?” diye soruyorlar:
İnceğiz köyünde doğmuşum;
İnceğiz’i Çatalca’ya,Çatalca’yı,
İstanbul’a bağlamışlar…
İstanbullu olmuşum.


         Arif Nihat ASYA, 1904 yılında bir 5 Ocak günü dünyaya gelir. Doğumuyla birlikte acılarla tanışır Arif Nihat ASYA. Daha yedi günlükken babası Ziver Eefendi askerdeyken Taun’dan  vefat eder. Arif Nihat babasının ölümünden sonra dedesinin himayesinde kalır. Arif Nihat’ın annesi Fâtıma Hanım genç yaşta dul kalır.

         Genç yaşta dul kalan Fâtıma Hanım, oğlu üç yaşına gelinceye kadar kayınpederinin evinde kalmış; sonra da Osmanlı ordusunda görevli Filistinli bir subay olan Abdürrezzak Efendi ile evlenir. Bir yıl kadar İstanbul’da kalır. Bir yıl sonra, eşi yeni doğan çocuğuyla birlikte Arif Nihat’ı da alarak Filistin’e gitmek ister. Giderken Arif  Nihat’ı götürme isteği dedesi İbrahim Tevfik Efendi tarafından reddedilen Fâtıma Hanım, ziyadesiyle üzülür; bu üzüntü sebebiyle meydana gelen süt zehirlenmesi sonucunda kucağındaki bebek ölür. Böylece Fâtıma Hanım, ilk çocuğu Arif Nihat’ı İnceğiz Köyünde bırakıp ikincisini de Mersin’de toprağa vererek, hüsran içinde Filistin’e varır. Bu sırada Arif Nihat dört yaşına gelmiş, İnceğiz köy mektebinde, ilk hocası Hüseyin Efendi’den elifba öğrenmeye başlamıştır.

       Fakat kısa bir zaman sonra, babaannesi Rüveyda Hanım vefat eder ve Ârif Nihat’ın göçebe hayatı başlar.
       Aradan yıllar geçmiştir ve dört yaşındayken ayrıldığı annesini 43 senedir görmemiştir. Yıl 1947’dir: Arif Nihat’ın tam 43 yıldır görmediği, sağ olup olmadığını da kesin olarak bilmediği annesi Fâtıma Hanım, Dış İşleri Bakanlığı’na başvurarak oğlunun bulunmasını istemiştir. Karşılıklı haberdar olunması sonucu eşi Servet Asya ve kızı Fırat Asya ile birlikte Akkâ’ya giderler.

Kıydın bana sen, gönülcüğün istemeden;
Öksüz kuzular anneye doysun… Demeden…
Ey dopdolu sîne, en susuz  ânımda
Kestin beni, kestin beni, kestin beni memeden


       Rubaisinde sitem ettiği annesini bulur.Fâtıma Hanım yarı felçlidir.Ferit ve Seniye adlı iki çocuğu vardır; aile, bütün Filistinliler gibi Yahudi tehditlerinden bugünkü gibi rahatsızdır.

      Servet ASYA, Ârif Nihat’la annesinin kavuşmasını şöyle anlatmaktadır:

       Biraz sonra çiçekler kadar temiz ve nur yüzlü bir kadın, sürünerek çıkageldi.

       Zavallı kadın Akkâ’da felç olmuştu.Ârif, adeta dondu kaldı.Anne sessiz sedasız, ama uzun uzun ağladı. Ne Ârif annesine sitemde bulundu, ne de Ârif’e kendisini mazur göstermeye çalıştı.Her şey ortadaydı.

Ârif Nihat, 12 gün süren Filistin seyahatinden sonra “Ortaşark’tan Notlar” serisinin malzemesini de toplamış olarak döner. Bir yıl sonra da, Yahudilerin     

        Akkâ’yı zaptı üzerine (1948) Fâtıma Hanım ve Abdürrezzak Eefendi Adana’ya gelirler.
       Arif Nihat ASYA 43 yıl göremediği ve 43 yıl sonra kavuştuğu annesine şu şiiri yazmıştır.



ANNE
 
İlk kundağın
Ben oldum, yavrum;
İlk oyuncağın
Ben oldum.
 
Acı nedir
Tatlı nedir... bilmezdin
Dilin damağın
Ben oldum.
Elinin ermediği
Dilinin dönmediği
Çağlarda, yavrum
Kolun kanadın
Ben oldum
Dilin dudağın
Ben oldum.
 
Belki kıskanırlar diye
Gördüklerini
Sakladım gözlerden
Gülücüklerini...
Tülün duvağın
Ben oldum!
 
Artık isterlerse adımı
Söylemesinler bana
'Onun Annesi' diyorlar...
Bu yeter sevgilim bu yeter bana!
 
Bir dediğini iki
Etmiyeyim diye öyle çırpındım ki
Ve seni öyle sevdim sana
O kadar ısındım ki
Usanmadım, yorulmadım, çekinmedim
Gün oldu kırdın...
İncinmedim;
İlk oyuncağın
Ben oldum.. Yavrum
Son oyuncağın
Ben oldum...
 
Layık değildim
Layık gördüler
Annen oldum yavrum
Annen oldum!

 Yazan : admin | Okunma : 10065 |        Yorum ( 0 )